Baba Bush  öldü



Asıl adı:  George H. W. Bush
 ancak biz onu  "Baba Buş"  olarak biliriz.
Bush'lar,  üç kuşak ABD aktif siyaseti içerisinde önemli pozisyonlarda olan bir aile zaten.  Yanda bir resmini gördüğünüz kendisi ABD'nin 41. başkanı idi
 (1989-1993);  sakarlıklarıyla gazete haberlerine ve dönemin karikatürlerine epey konu olmuş  oğlu  George W. Bush ise  ABD  43. başkanı.  (2001-2009)
Birinin zamanında Körfez Savaşı / Gulf War  (1990-1991),  diğerinde  Irak Savaşı (2003-2011)  çıktı.  Oğul Bush, donanma harekete geçerken yaptığı canlı konuşmasında "Bu bizim için ikinci Haçlı Seferi'dir" gibi açıklamalar yapmış, sonra danışmanlarının uyarılarıyla yanlış anlaşıldığını söyleyip özür dilemişti. Kabinesindeki meşhur Dış İşleri Bakanı  Condelezza Rice  hakkında daha önce bir blog yazısı yazmıştım hatırlarsanız.  (Hatta ilk yazılarımdan biridir.)

Bunlar  baba-oğul  "Orta Doğu / Middle East"  de denen  Yakın Doğu'nun  canına ot tıkadılar özetle.  "War on terror! / Teröre karşı savaş!"  diye bu diyara ordularıyla ve ordu dışı güçleriyle geldiler, mevcut terör gölünü genişlettikçe genişleterek yollarına devam ettiler. Terörsüz alanları da terörize etmekten geri durmayarak  Irak-Suriye, hatta Libya'dan itibaren kuzey Afrika'yı ve Afrika'nın diğer bazı alanlarını taa Afganistan çevresine kadar bir "kısmi terör dünyası"na çevirdiler.  Onların çıkarları için çalışan terör örgütleri "özgürlük savaşçısı" oldu,  "kahraman" oldu,  kendilerinin yadsınamaz destekleriyle bu derece güçlenmiş  "IŞİD ile savaşıyor"  oldu...
Şimdilerde  "İsrail'in yararınaysa her şey legaldir ve gerisi teferruattır"  düsturunu benimsemiş olanlarla el ele çalışmalarına devam ediyorlar. Tabii ki güçlü orduları olan büyük devletler her zaman güç, yağma, prestij, çıkarlar için talanlar yapmışlardır;  ancak bunlar kadar maddi-manevi kavramların,  dini ve din dışı unsurların ırzına geçen olmamıştı. Roma ve Haçlı ruhunu yaşattıkları görüşü de hatırlatılabilir tabii ama çoktan onların ötesine geçtiler.  Ne "demokrasi" bıraktılar, ne herhangi bir "-izm", ne "barış ve güvenlik", ne insan hakları, ne "teröre lanet okuma"... Aslında bu delirmişlik halleriyle bütün yalanları bir bir çökerttiler. Tam bir yıkım çağı başlattılar.



Bir yorumcu geçtiğimiz günlerde
 (30 Kasım 2018'de)  ölen Baba Bush için  "Ortadoğu'yu cehenneme çevirmiş adamdır. Trump çırak kalır bunun yanında"  diyor.
Maalesef ardından gönülden  R.I.P.  (rest in peace)  diyenler var.  Bunlar Baba-Oğul cehennemin kapılarını Babil'den araladılar,  ama demek ki davulun sesi uzaktan hoş geliyor.  İnsanlığın daha alacağı çok dersler var demek ki!  :(


Daha önce bir yazımda Amerikan toplumundaki militarizm damarına kısaca değinmiştim. Benim az da olsa tanıdığım Amerikalıların önemli bir bölümünde ciddi bir militarist damar var. Ordularını sürekli kutsuyorlar,  demiştim.  
Bakınız:  (Gündem  Ekim 2012-4)
Amerikan ailelerinden  oğulları orduda olanların,  "Irak topraklarına demokrasi ve barış götüreceğiz"  yalanına gönülden inanıp bol manevi değerli militarist soslu paylaşım yaptıkları Irak Savaşı günlerini hatırlıyorum.  Amerikan toplumunu çok severim ve okyanus ötesinde olmalarına rağmen, bazı Avrupa toplumlarından çok daha yakın görürüm bize.  Ama bu çağda bu pozisyonu kesinlikle hak etmiyorlar. Ne yaparsınız ki insanın insana hakimiyeti bu boktan çivisi çıkmış dünyayı hediye ediyor insan ailesine.


Kaldığımız yerden özet geçmeye devam edelim:
Bushların ekonomiyi devirmelerinin ve bir dolu saçmalığın ardından bayrağı  Obama  devraldı.
 (2009-2017)  Müslüman ülkelerde bir zencinin ABD liderliği baştan büyük sevinç yaratmıştı ki  "Ilımlı İslam", "Arap baharı" filan derken coğrafyayı komple ateşe verdiler.  Şimdilerde de bazı terör örgütlerini silah-mühimmat-para-eğitim-itibar-... vesaire açısından istikrarlı şekilde destekleyip halen  -bir şekilde-  beyaz ve pirüpak kalabiliyorlar.



Bu kadar yazdıktan sonra biraz da ek bilgi vereyim  (miscellaneous)  ve siyaset dışı eğlenceli şeylerden bahsedeyim:
Eğer hafızam beni yanıltmıyorsa;  Baba Bush, eşiyle en az 1 kez Türkiye'ye resmi ziyarette bulunmuştu. O zamanlar Özallı yıllardayız, yani Başbakan-CB  Turgut Özal.
Semra hanım ve Papatyalar grubunun kıyafetleri, şaşalı ve şişme hayatları, sosyete partileri medyanın ana ilgisinde... Aile ile ilgili fotolardan sanki eşsiz bir yalakalık akıyor.
İşte o resmi ziyaretlerin birinde, bizim başkanın hanımının kıyafetleri parlak, saçları ve yüzü boyalı mı boyalı... "Ne giyecek ne giyecek  first lady'miz?"  en baba gündem mevzumuz... (Bu arada Özal'ın Bush'lardan "aile dostumuz" gibi bahsettiğini de not düşeyim.)  ABD Başkanı'nın uçağı yere indiğinde yapılan karşılamada,   Baba Bush'un  eşi  Barbara  Bush
beyaz saçları ve siyah üzeri beyaz puanlı uzun elbisesi;  yılışıkla yalakalıkla uzaktan yakından alakası olmayan duruşu ile bana gerçekten çok güzel gözükmüştü o gün.
Eleştirdik ama hakkını da vermek isterim;  olumlu yönlerinden pek dile getirilmeyen biri de,  adamların devletinde üst siyasette bizdeki gibi bu kadar sonradan görmelik sıradanlaşmaz.  Bizde hala birileri  liderin veya eşinin kıyafeti, sarayı, dik duruşu ile övüne dursun;  adamlar orduları, planları, kültürleri ile yıka yıka ilerliyorlar. Sen (yüzyıllardır olduğu gibi) kıyafeti, kaftanı, duruşu, saçı-sakalı, örtüyü ve örtüsüzlüğü, kibirli-hamasi boş lafları övmeye devam et halkım.
Yani kıssadan hisse:  Rahatsın,  rahatta kal.

 İbretlik Hayatlar  ve  Klişeler


("İnsanlık çok ileri gitti"  ve  "Hep Batıcılık yüzünden geri kaldık")

Edebiyat Soru ve Çözüm (Karagöz Oyunu Tiplemeleri)

Edebiyat Soru ve Çözüm (Karagöz Oyunu Tiplemeleri)

Karagöz: Okumamış halk adamı tipidir. Hacivat’ın kullandığı yabancı kelimeleri ya hiç anlamaz ya da yanlış anlar.Bu yanlış anlamalar,oyunda gülünç durumların oluşmasını sağlar.

Himmet: Sırtında baltası olan kaba saba bir tiptir.

Beberuhi: Biraz öğrenim görmüş, gösteriş meraklısı, kendini beğenmiş yarı aydın tipidir.

Acem: Zengin tüccardır.

Çelebi: Türkçeyi İstanbul ağzıyla kusursuz bir şekilde konuşur. Bazı oyunlarda zengin bir bey, bazı oyunlarda bir mirasyedi bazen de çapkın tipi oynar.


Karagöz oyununda yer alan yukarıdaki tiplemelerden hangisinde bilgi yanlışı vardır.



A)Beberuhi
B)Acem
C)Himmet
D)Çelebi
E)Karagöz








CEVAP:A şıkkı Beberuhi'dir.A şıkkında bilgi yanlışı vardır çünkü biraz öğrenim görmüş, gösteriş meraklısı, kendini beğenmiş yarı aydın tip Beberuhi değil,Hacivat'tır.Beberuhi;“Yaşı büyük aklı küçük” deyimiyle nitelendirilebilecek bir tiptir.

Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın Edebi Kişiliği ve Eserleri

HÜSEYİN RAHMİ GÜRPINAR:


Realist-natüralist bir yazardır. 
Toplum için sanat görüşündedir. 


Hemen her şey onun eserlerine konu olmuştur. 
Mizaha, günlük konuşmalara çok sık başvurmuştur. 
Ona göre roman sokağın aynasıdır.  
Eserleri İstanbul merkezlidir.Anadolu yoktur. 


Eserlerinden Bazıları Şöyledir:


ROMAN:

  • Şık 
  • İffet  
  • Mutallâka 
  • Mürebbiye  
  • Bir Muadele-i Sevda  
  • Metres  
  • Tesadüf   
  • Şıpsevdi  
  • Nimetşinas  
  • Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç  
  • Gulyabani 
  • Ben Deli miyim?
  • Hakka Sığındık



ÖYKÜ:

  • Kadınlar Vaizi  
  • Namusla Açlık Meselesi  
  • Katil Bûse  
  • İki Hödüğün Seyahati  
  • Tünelden İlk Çıkış  
  • Gönül Ticareti 
  • Melek Sanmıştım Şeytanı 
  • Eti Senin Kemiği Benim 

OYUN:

  • Hazan Bülbülü  
  • Kadın Erkekleşince  
  • Tokuşan Kafalar  
  • Gülbahar Hanım 
  • İki Damla Yaş

Yalnız ağacın öyküsü


Gri bir sabahta yok edildi arkadaşlarım. Ve küstü orman, çekilip gitti uzaklara. Böylesine yalnız kalmamın ve sonra başıma gelenlerin tuhaf bir hikayesi var. Yüz yıllık dallarımın, yanık bedenimin, sallanan çaputlarımın öyküsünü anlatacağım şimdi.

 Ve bunun benim öyküm olduğu kadar bu uzak kasabadaki insanların öyküsü olduğunu da göreceksiniz.

İnsanların toprak hırsı öylesine korkutucuydu ki. Onlarcası tarla açmak niyetiyle alanımıza geldi bir sabah.


Ve arkadaşlarım yitip gitti yanı başımda. Ormanın tatlı uğultusu, yaprakların hışırtısı sönüyordu günden güne. Kesiyorlar, sürüklüyorlar, onulmaz boşluklar açıyorlardı hayatımızda. Ben büyükçe bir ağaçtım. Buna sevindiğim de oluyordu bazen. İşte bu yüzden beni sona bırakmış olmalılardı.

Kocaman bir boşlukta yalnız kalmıştım bir anda. Gölgemde yemek yiyor, dinleniyorlardı. Beni ne zaman yok edecekler diye beklerken büyük bir kavgaya girişmişlerdi aralarında. Ve sonunda iki büyük tarlanın sınır çizgisinde kalmama karar verdiler. Yalnızlık dolu, sert rüzgarlara tek başıma göğüs gerdiğim günler de böylece başlamış oldu. 

Peki bu çaputlar ne dallarında, bedenindeki  bu yanıklar da nedir böyle, diye soracaksınız şimdi. Anlatacağım.

Yalnız bir ağaç olmuştum işte. Yolcuların geçerken dinlendiği, çiftçilerin gölgemde yemek yediği, sınır belirleyen yalnız bir çam.

Gece karanlığında beni gizlice yok etmeye çalışan kişiden şans eseri kurtulmuştum. Kocaman bir baltayla birkaç darbe yemiştim ki vahşi bir hayvanın korkutucu çığlığı yankılanmıştı karanlıkta. Adam korkusundan sıvışıp gitmişti.

Ertesi gün tarla sahipleri bedenimdeki kesikleri görünce bir namus meselesi saydılar konuyu. Bir kaç gece nöbet tuttular yanı başımda. İnsanlar mücadeleyi sevmiyor. Bu yüzden uzun sürmedi nöbet. Kocaman dallı, yorgun gövdeli, yalnız bir ağaç olarak devam edecektim hayatıma.

İnsanlar buraya yalnız ağaç bölgesi diyor, adımdan sıkça söz ediyordu artık. Ama o gece hayatımın dönüm noktası olmuştu.

Gecenin bir vakti elinde benzin bidonuyla delinin biri geldi yanı başıma. Bidonu üzerime hızlıca boşaltıp, çaktı kibriti. Rüyasında benim uğursuz olduğumu söylemiş biri. Konuşmalarından, bana sataşmasından böyle anlıyordum çünkü.

Ne oldu dersiniz? Acılar içinde artık bu kabustan kurtulmayı umarken kalın gövdemdeki alevlerin yüksek dallarıma ulaşması zaman alıyordu. Fakat bir anda yağmur yağmaya başladı. Öylesine şiddetle düşüyordu ki damlalar, adamın onca çabası fayda etmedi beni yok etmeye.

 Yanık gövdem beni taşıyamayacak, dallarıma derman gitmeyecek sanırken öyle olmadı. Bu yalnız, çileli hayatım kaderimin isteğine uymuştu.

Fakat yangın olayı insanların gözünde başka bir yere taşımıştı beni. Yanmayan, yalnız bir ağaç olmuştum artık. Beni daha çok konuşmaya başlamışlardı aralarında.

Bir seher vakti gözleri yaşlı bir kadın yaklaştı. Renkli tülbendini bir tören havasında çıkarıp ikiye böldü eliyle. Boynuna doladı bir parçasını. Sonra taş üstüne taş yasladı gövdeme. Tülbendin yarısını dallarıma düğümleyip gitti. Ne diledi, ne istedi benden bilmem. Ama ağaçtan öte bir şeydim artık. Çaputlar dolup taşmaya başladı böylece.

Artık kimse kötü gözle bakamıyor bile. Bunun kendi sonları olacağını da düşünüyorlar demek ki. 

Yanık gövdem, dert simgesi sallanan çaputlarımla kaderimin çizdiği yolu bekliyorum artık. İşte hikayem bu… Ama durun, size başıma gelen en ilginç şeyi anlatarak bitireceğim.

Rüya mıydı, gerçek miydi halen emin değilim. Ağaçlar rüya görür mü diye sormayın ama. Bu çaputlarla size yardım edeceğime inanıyorsunuz da rüya gördüğüme neden inanmıyorsunuz?

Bir gece beni almaya geldi orman. Yaşlı ağaçlar yaprakları ile yanık gövdeme dokunuyor, gözyaşı döküyordu yanı başımda. Üzülme artık, alacağız seni, yanı başımızda köklerin yerleşecek açtığımız boşluğa, dediler. Bir an için çok mutlu olmuş, gözyaşı dökmeye başlamıştım. 

Ama garip bir şey oldu o an. Dert simgesi çaputlar dalgalanmaya başladı bir anda. Uğultu tek bir sese dönüştü sonra da. Öyle tuhaf bir andı ki, sarsılmaya başladım ve birden kendime geldim. Son cümlem şu olmuştu arkadaşlara: Hayır, ben gelemem sizinle, günahlarının da umutlarının da simgesiyim artık, bensiz yaşayamaz onlar…