Gri bir sabahta yok edildi arkadaşlarım. Ve küstü orman, çekilip gitti uzaklara. Böylesine yalnız kalmamın ve sonra başıma gelenlerin tuhaf bir hikayesi var. Yüz yıllık dallarımın, yanık bedenimin, sallanan çaputlarımın öyküsünü anlatacağım şimdi.
Ve bunun benim öyküm olduğu kadar bu uzak kasabadaki insanların öyküsü olduğunu da göreceksiniz.
İnsanların toprak hırsı öylesine korkutucuydu ki. Onlarcası tarla açmak niyetiyle alanımıza geldi bir sabah.
Ve arkadaşlarım yitip gitti yanı başımda. Ormanın tatlı uğultusu, yaprakların hışırtısı sönüyordu günden güne. Kesiyorlar, sürüklüyorlar, onulmaz boşluklar açıyorlardı hayatımızda. Ben büyükçe bir ağaçtım. Buna sevindiğim de oluyordu bazen. İşte bu yüzden beni sona bırakmış olmalılardı.
Kocaman bir boşlukta yalnız kalmıştım bir anda. Gölgemde yemek yiyor, dinleniyorlardı. Beni ne zaman yok edecekler diye beklerken büyük bir kavgaya girişmişlerdi aralarında. Ve sonunda iki büyük tarlanın sınır çizgisinde kalmama karar verdiler. Yalnızlık dolu, sert rüzgarlara tek başıma göğüs gerdiğim günler de böylece başlamış oldu.
Peki bu çaputlar ne dallarında, bedenindeki bu yanıklar da nedir böyle, diye soracaksınız şimdi. Anlatacağım.
Yalnız bir ağaç olmuştum işte. Yolcuların geçerken dinlendiği, çiftçilerin gölgemde yemek yediği, sınır belirleyen yalnız bir çam.
Gece karanlığında beni gizlice yok etmeye çalışan kişiden şans eseri kurtulmuştum. Kocaman bir baltayla birkaç darbe yemiştim ki vahşi bir hayvanın korkutucu çığlığı yankılanmıştı karanlıkta. Adam korkusundan sıvışıp gitmişti.
Ertesi gün tarla sahipleri bedenimdeki kesikleri görünce bir namus meselesi saydılar konuyu. Bir kaç gece nöbet tuttular yanı başımda. İnsanlar mücadeleyi sevmiyor. Bu yüzden uzun sürmedi nöbet. Kocaman dallı, yorgun gövdeli, yalnız bir ağaç olarak devam edecektim hayatıma.
İnsanlar buraya yalnız ağaç bölgesi diyor, adımdan sıkça söz ediyordu artık. Ama o gece hayatımın dönüm noktası olmuştu.
Gecenin bir vakti elinde benzin bidonuyla delinin biri geldi yanı başıma. Bidonu üzerime hızlıca boşaltıp, çaktı kibriti. Rüyasında benim uğursuz olduğumu söylemiş biri. Konuşmalarından, bana sataşmasından böyle anlıyordum çünkü.
Ne oldu dersiniz? Acılar içinde artık bu kabustan kurtulmayı umarken kalın gövdemdeki alevlerin yüksek dallarıma ulaşması zaman alıyordu. Fakat bir anda yağmur yağmaya başladı. Öylesine şiddetle düşüyordu ki damlalar, adamın onca çabası fayda etmedi beni yok etmeye.
Yanık gövdem beni taşıyamayacak, dallarıma derman gitmeyecek sanırken öyle olmadı. Bu yalnız, çileli hayatım kaderimin isteğine uymuştu.
Fakat yangın olayı insanların gözünde başka bir yere taşımıştı beni. Yanmayan, yalnız bir ağaç olmuştum artık. Beni daha çok konuşmaya başlamışlardı aralarında.
Bir seher vakti gözleri yaşlı bir kadın yaklaştı. Renkli tülbendini bir tören havasında çıkarıp ikiye böldü eliyle. Boynuna doladı bir parçasını. Sonra taş üstüne taş yasladı gövdeme. Tülbendin yarısını dallarıma düğümleyip gitti. Ne diledi, ne istedi benden bilmem. Ama ağaçtan öte bir şeydim artık. Çaputlar dolup taşmaya başladı böylece.
Artık kimse kötü gözle bakamıyor bile. Bunun kendi sonları olacağını da düşünüyorlar demek ki.
Yanık gövdem, dert simgesi sallanan çaputlarımla kaderimin çizdiği yolu bekliyorum artık. İşte hikayem bu… Ama durun, size başıma gelen en ilginç şeyi anlatarak bitireceğim.
Rüya mıydı, gerçek miydi halen emin değilim. Ağaçlar rüya görür mü diye sormayın ama. Bu çaputlarla size yardım edeceğime inanıyorsunuz da rüya gördüğüme neden inanmıyorsunuz?
Bir gece beni almaya geldi orman. Yaşlı ağaçlar yaprakları ile yanık gövdeme dokunuyor, gözyaşı döküyordu yanı başımda. Üzülme artık, alacağız seni, yanı başımızda köklerin yerleşecek açtığımız boşluğa, dediler. Bir an için çok mutlu olmuş, gözyaşı dökmeye başlamıştım.
Ama garip bir şey oldu o an. Dert simgesi çaputlar dalgalanmaya başladı bir anda. Uğultu tek bir sese dönüştü sonra da. Öyle tuhaf bir andı ki, sarsılmaya başladım ve birden kendime geldim. Son cümlem şu olmuştu arkadaşlara: Hayır, ben gelemem sizinle, günahlarının da umutlarının da simgesiyim artık, bensiz yaşayamaz onlar…
Yalnız ağacın öyküsü
4/
5
Oleh
Ramazan AL